iyi ki doğdun rehiye.

 



Sevgili Rehiye Ağaçlıtepe,

Bu satırları sana yazarken ben, 18. yaşımın özlemiyle kavruluyorum. Artık, 22 yaşındayım. Benim için inanılır gibi değil. Çünkü kendimi hiç böyle hissetmiyorum. 22 yaşında bir kız yanıma gelse, herhalde hayran hayran ona abla derdim ben. 2024 yılındayız. Bu seni umuyorum ki incitmez, fakat ben senin kaç yaşına girdiğini bilmiyorum. Yine de bu, birlikte geçirdiğimiz ilk doğum günün.

Anlayacağın, epey kıymetli bir gün.

Doğruyu söylemem gerekirse bugünü aslında İstanbul’da geçirecektim. Tıpkı Üsküdarlı’nın seni gezdirdiği gibi, ben de kendimi gezdirecek, listeni tamamlayacak ve Salacak’ta bir kenara tüneyip Kız Kulesi’ni seyredecektim.

O köşke bakacaktım. Elimde bir simitle, soğuktan titreye titreye seni ve yazdıklarımı düşleyecektim.

Fakat ne yazık ki olmadı. Keşke de olsaydı.

Ama biliyor musun? İlk kez ağlaya ağlaya isyan edip üzmüyorum kendimi. Çünkü biliyorum ki, bir sene sonraki doğum günün ikimizden ibaret olmayacak.

Seni okuyan, beni ise anlayan bir sürü kız olacak aramızda. Belki de erkekler, bilemiyorum. Benim için, hiç fark etmez beni kimin anladığı. Çünkü bizim gibi olacak onlar. Sen ve ben gibi. Halasının köşküne hapsolmuş, kendi Ankara’sından kurtulmayı bekleyen bir sürü insan. Bir sürü genç.

18. yaşını ardında bırakmış, bir sürü koca insan.

 

Sevgili Rehiye.

Şimdi benden çok uzaklardasın. Aramızda yalnız 73 yıl değil, elimizin dahi uzanamayacağı koca bir kâinat var. İçinde yaşadığımız dünya bile aynı değil. Oysaki komik olan sana giden yolun, benim zihnimdeki kapılardan geçiyor olması. Anahtarlar benim cebimde, lakin yine de o kadar uzaksın işte.

Bu mektubu sana yazma sebebim, beni anlayacak birine seslenme arzumdan ileri geliyor. Biraz bencilce, ama benimle alay etmeyeceğini biliyorum. Ben, 18. yaşımı çok özlüyorum.

Yaşadıklarım gibi, yaşamadıklarım da o kadar fazla ki… Habire dalıp gidiyorum. Bu yaşını nasıl oldu da kaçırdım, nasıl oldu da pastanı dahi hatırlamıyorsun diyorum kendime?

Hiçbir hatıra yok. Hiç fotoğraf yok 18. yaşımdan kalan.

İçimi kaplayan müthiş bir geç kalmışlık hissi, her doğum günümde beni yiyip bitiriyor.

Ve sanki beni duyabilmen mümkünmüş gibi, sana seslenmek istemememe sebebiyet veriyor.

 

Sevgili Rehiye, ya da pek sevgili kendim.

Sen, benim israf ettiğim yaşlarımın en büyük tesellisisin. Çünkü sen, bensin. Ben de senim.

Gülüşlerin bana ait. Gözyaşların bana ait. Hatıraların bana ait.

Hataların ve kabiliyetlerin bana ait.

Kusurların ve sana mahsus lütufların bana ait.

Sende, bana ait olmayan; bende de sana ait olmayan ufacık bir şey dahi yok.

Bugün senin doğum günün, yani 18 Aralık.

Benim gözümdeki Rehiye; her kış 18. yaşını tazeleyen, her ölümünde yeniden doğmayı başarabilen, ölümsüz bir kızdır. Fakat ben değilim Rehiye.

İkimizi, birbirimizden ayıran en büyük mesele de bu.

Benim bir gün ölecek olmam ve de hiçbir yaşımı yeni baştan kutlayamayacak olmam.

Ancak ben çok mutluyum. Çünkü seni yazdığım ve bizden başka birilerinin seni okumasına sebebiyet verdiğim her an, yeniden doğmuş gibi hissediyorum kendimi. Senin resimlerine baktığımda, senin dilinden kendi yüreğimin acısını kâğıtlara döktüğümde; işte ancak böyle ölümsüz olurum diyorum kendime.

 

Sevgili Rehiye.

Bundan seneler sonra bize ne olur bilmiyorum.

Belki sen ve senin hikâyen, odamın bir köşesinde sesini kimselere duyuramadan ölüp gider.

Belki de ben, sonsuza dek kendi Ankara’mda mahsur kalırım. Tüm yaşlarım boyunca… Belki de o köşkten hiç çıkamam. Belki de İstanbul’a hiç gidemem. Belki de o baloyu hiç kazanamam.

Fakat ben buna izin vermiyorum.

Elimden gelen her şeyi ama her şeyi ortaya koyarak diliyorum ki, ben bu hayatı istemiyorum.

Ben, ait olmadığım, hak etmediğim hiçbir hayatı istemiyorum. Ve bu uğurda, başarabileceğim, sahip olabileceğim her şeyi için çok acım. Bir canavar gibiyim.

Bu yüzden, bizi aynı kişi yapan şey bu.

İkimiz de, gözyaşları gözlerinden eksik olmayan canavarlarız.

Sen yeniden doğacağını bile bile savaşıyorsun.

Bense yeniden doğmayacağımı bildiğim için seni yazıyorum.

 

Seni çok seviyorum Rehiye. 

Darılma hemen. Sırf bana ait olduğun için değil, kendi başına benim kalemimden kurtulup var olabildiğin için seni seviyorum. Tüm zaaflarına rağmen o köşkten kaçabildiğin için seviyorum seni.

Bu kadar çok ağlamana rağmen, dünyayı terk etmeyi bir an bile düşünmediğin için seviyorum seni.

Belki şimdi yanımda değilsin. Belki çok uzaklarda, bambaşka diyarlarda yaşıyorsun.

Fakat biliyorum ki bir gün tanışacağız.

Bizim gibi kızların ellerinden düşmeyen bir kitap olacaksın sen. İnsanlar seni okuduklarında, kendilerini okuduklarını hissedecekler. Tıpkı bir günlükmüşsün gibi.

Umuyorum ki, bundan bir sene sonra, seni o insanların kalplerinde görebilmek için yeterince savaşmışımdır.

Umuyorum ki, kanlı canlı bir kitap olmuşsundur sen.

Niye bu kadar ısrar ettiğimi merak etme.

Seni ellerimde tuttuğumda, elbet bir gün yeniden buluşacağız.

 

Sevgilerimle,

Azize Rahel Katipoğlu

ya da senin anlayacağın dille,

Gerçek Runa Duna.

 

18 Aralık 2024




Yorumlar

Popüler Yayınlar