yalnızlık ve ışık saçmak üzerine
"Yalnızlık ve Işık Saçmak Üzerine,"
haziran 20, 2024
23:39
Bazı insanların yalnız kalmak için yaratıldığına inanmak gibi kimseye kanıtlayamadığım garip düşüncelerim var.
Bu insanlar ise sezgilerime göre genellikle sanatçı ruhlu, büyük ya da küçük bir şekilde çevresine kıyasla pek tezat bir tabiata sahip olan, içine kapanık olsa dahi görünür olmakla kutsanmış, yaratıcı kişilerdir.
Fakat ben onlara; ışık kaynağı diyorum. Çünkü sahiden öyledirler.
Biz fanilerin çoğu, yörüngede barınan bir gezegen olarak doğarız. Fakat bazıları ne hikmetse güneş olarak doğarlar. Onlara bu fırsat sorulmamıştır, ya da güneş olmayı seçmiş değillerdir. Bir şekilde, tıpkı bizim de gezegen olduğumuzu seçememiş olmamız gibi onlar da güneş olduklarından bihaberdirler.
Ve o gezegenler ne denli haset etseler de, güneşin etrafında dönmek mecburiyetindedirler. İşte dayanamazlar bu gerçeğe. Sevmezler güneşi. Ona sitem ederler, kendilerini karanlığa hapsetme pahasına sahip olamadıkları o ışığı kesmeye çalışırlar. Onun bu denli devasa, bu denli parlak ve sıcak oluşunu kıskanırlar içten içe. Bir başına, kimseye biat etmeyişini arzularlar.
Güneş ise ağlar kimi vakit. Üzülür ve içine kapanır. Ancak hüznünü bir battaniye gibi örter kibir. En nihayetinde o bir güneştir.
Işıktır.
Etrafında döndüğü biri yoktur, bilakis diğerleri onun yörüngesinde dönmek mecburiyetindedir.
İşte böyle anlarda yalnız ayın yüzüne güler güneş. Gördün mü bak, der ona. Benim yerimde olmak için nasıl da kıvranıyorlar... Fakat benim kaderim bu. Böyle doğmuşum. Tanrı bana sıradan olmamayı lütfetmiş.
Tabii güneş, hakikatin farkına çok geç varır.
Tepeden her şeyi görebilir olmak hiçbir gezegene nasip olmaz. Ancak tepede de, güneşten başka hiç kimse yoktur.
Çünkü korkusuzca o ışığa, o sıcağa yanaşmak herkesin harcı değildir.
Sıradan olmamak, esasında bir lanettir.
*
İşin süssüz tarafından anlatacak olursam, bence bu işler sahiden böyle yürüyor. Yani bir noktada, aslında haklı olabilirim.
Tabii verdiğim bu örneğe karşı illa devasa bir güneş olmak ya da gezegenleri kıskandıran bir ışık kaynağı olmak gerekmiyor. Bu dediğime takılmayın. Ben yalnızca bazı kimselerin diğerlerinden daha farklı yaratıldığına inanıyorum, hepsi bu. Belki dünyayı değiştirmeye, büyük farklılıklar yaratmaya ya da ilham olmaya gelmediler; ancak bir şekilde, kendi çevrelerini yahut kendi eteklerinin dibini aydınlatacak türden bir aydınlığa sahiptiler.
Ve her nasılsa, tüm yaşamlarında olduğu gibi ölümlerinde de yalnız kalır bu kimseler. Kendi ışıklarından hiçbir vakit faydalanamazlar.
İşte böyle. Farklı olan ve biraz da üretmeye yatkın kimselerin her zaman yalnızlığa kurban gittiğine inanmışımdır.
Mesela kimden örnek versem güneşten başka... Freddie Mercury ve Michael Jackson.
Freddie Mercury'nin nasıl bir karakter olduğunu bilmeyenler için belki şöyle ifade edebilirim. Freddie'nin içinde hep bir canavar vardır. Bir şekilde kendini izleten, kimseye minnet etmeyen, kendi kıymetinin farkında, seyircilerine ve tutkusuna düşkün, sahnede bambaşka bir şeye dönüşen hareketli bir adamdı. Ağzına geleni söyleyen, beni ürküten derecede dobra bir herifti işte.
Fakat Freddie Mercury, bana kalırsa hep görülmeyen ve açıkçası görünülmesini de pek istemediği bir yalnızlıkla mücadele etti. Hasta olduğunu bile hayranları ölümünden bir gün önce öğrendi. Kendine bu sefilliği, yalnızlığı yakıştırmadı. Çünkü o, kim ne derse desin bir güneş olduğunun hep farkındaydı.
O ana kadar biricik, hayatının aşkı Mary ile evlenebilirdi. Onu bu kadar severken, iş işten geçmiş ve hala dost kalmışken onu yine de çevresinde tutabilirdi. Onun kollarında bu yalnızlığa son verebilirdi. Ya da Jim Hutton ile sessiz sedasız, tam anlamıyla şöhretten uzak, mutlu bir hayatı daha erkenden yaşayabilirdi. Diğer grup arkadaşları gibi hem müziği hem de bir aile kurmayı aynı anda yürütebilirdi.
Ama yapamadı. Çünkü görünür kimselerin elleri, görünmez kimselerin yaşamlarına uzanamaz.
Geriye dönemezler. Yeniden bir gezegen olarak doğamaz ve bir gezegenin kılığına bürünemezler. Oldukları yerde, zirvede bir başlarına kalırlar. Böylece yalnızlıklarını ancak onları görünür yapan şeyler telafi edebilir.
İşte Freddie'yi canavar yapan da buydu. Çünkü o farkında olduğu bu yalnızlığı, bu kimsesizliği ancak sahnedeyken hissetmiyordu. Kalabalıklar, bir noktada onun bu açlığını telafi ediyordu.
Mesela bir de Michael Jackson var tabii. Belki de hayatta örnek aldığım tek insan.
Michael genelin pek bilmediği bir şekilde, aslında bir çocuk ünlüydü. Fakir bir aile, beşten fazla çocuk, müzik hevesi kursağında kalmış despot bir baba ve hayatlarını kurtaran kabiliyetli çocukları. 60-70'lerin meşhur kardeş grubu Jackson 5'ın ilk yıllarındayken Michael erkek kardeşlerin en küçüğüydü. Tesadüfen yatağını toplarken annesi şarkı söylediğini duyuyor ve babalarına bunu söylüyor. Baba da içlerinde en inatçı, en dik kafalı olan küçük oğlunun sesinin güzel olmasını kabullenemiyor, ancak yine de onu abisinin yerine grubun solisti yapıyor. Minicik boyu, diğer kardeşlerine benzemeyen küçük suratı ve koca gözleri ile Michael yedi sekiz yaşlarından itibaren çok büyük bir üne ve şöhrete sahip oluyor.
Fakat ailesine parayı getiren bu şöhret, kardeşlerin en küçüğünden; yani Michael'dan çocukluğunu alıyor. Ve herkes gibi hayatını üzerine inşa etmesi gereken en önemli, en temel basamağı yitirişi; ruhunda ve de şöhretinde yeri doldurulamaz boşluklar açıyor.
Michael Jackson şöyle der; "I was a veteran, before I was a teenager."
Daha bir ergen değilken, bir duayendim.
Mesela düşünüyorum, kendi solo kariyerine -yani bizim onu bildiğimiz hallerini- daha yaşayamadan dünyadaki pek çok kişiden ünlüydü. Çok parası ve hayranı vardı, üstelik daha hala yolun başındaydı. Ancak içindeki bu dayanılmaz üretme arzusunu koskoca, acımasız bir yalnızlığın seyredişi onun kaderinde yazılıydı.
Kendinin dahası olmak istedi. Oldu ve tek başına öldü. Çünkü kimse onunla eş değer değildi.
Mutlu muydu? Tartışılır. İstediği her şeye sahip olabilir miydi? Finansal açıdan yüzde yüz. Peki yalnızlığını telafi edecek birilerini bulabilir miydi? Görünen o ki bulmuş da. Fakat neredeler? Niçin bu adam her konser başı ve sonrası telefonda konuşacağı, deliler gibi dertleşip güveneceği kimseleri arıyormuş? Ona bu kadar âşık olan insan varken, ya da koskoca Elvis Presley'in (o da yalnızlıktan öldü) kızı ile evlenmişken, neden hiçbir vakit nihai aşkını bulamamış? Neden Lisa Marie'ye tıpkı babası gibi yalnızlıktan öleceğini söyleyip duruyormuş? Yolda dümdüz yürümek için neden kılıktan kılığa giriyormuş? Ya da en ücra Afrika kabilelerine dek tanınıyor, seviliyor ve her konserde binlerce kişinin bayılmasına sebebiyet verecek bir ilgiye boğuluyorken, nasıl oldu da üzerine bu kadar iftira atılmış? Niçin görünüşüyle, kim olduğuyla, seçemediği nitelikleriyle durmaksızın medyanın zorbalığına uğramış?
Bu kadar sevilen, tanınan bir adam neden aynı zamanda bir o kadar sevilmemiş? Etrafı neden bomboşmuş?
Sebebi açık. Çünkü kural bu. Güneş olmak böyle bir şey.
Göz önünde olmanın yahut bir meyve veren bir ağaç olarak doğmanın bir laneti var. Bir bedel bu.
Pek çok kişiyi tanıyıp kalplerine dokunsan ya da imkânsızı başarsan da, her nasılsa birdenbire en yakınındakileri yitirmeye başlıyorsun. Bazen insanları, bazen ise imkânları. Ve bu yitirişler genellikle yollarınızın ayrılmasıyla meydana geliyor. Hiç geri dönülemeyecek kırgınlar yaşanıyor ve bir başına kalıyorsun. Ya da hepten elindeki tüm insani olanakları yitiriyorsun. Geriye yapay olanlar, yaratıcının sana bahşetmedikleri kalıyor.
Hiç kimse yok. Kendinle bir başınasın ama bir kalabalık var. Tek başına bir odada oturmak, kimseye hesap vermeden arzu ettiğini yapmak yok. Görünmezken bile herkes seni seyrediyor. Görünmek zorundasın. Var olmak ve meyve vermeye, taşlanmaya, sevilmemeye devam etmek zorundasın.
Bir yalnızlık var ve senin için yaratılmış o. Kurulu bir saat gibi bekliyor seni.
Nasıl öleceğini biliyorsun. Ve neye sahip olamayacağına da.
Çünkü umduğun gibi bir hayatı yaşamak için yaratılmadın. Tırnaklarınla kazıdığın o hayatın şartları da artık senin hayallerine boyun eğmiyor. Sıcak, küçük bir evin yok. Yalnız kalabalık bir sahnede dolaşabilirsin. Ya da seni görünür yapan kulvar her neresiyse.
Mesela diyelim gibi bir güneşiz. Etrafa bu kadar çok ışık saçmak, neden zarar verir bize? Niçin gücümüzü yitiririz? Niçin o ışık, o güç yalnız bizi zayıf kılar? Meyve veren ağaç taşıyamaz mı dallarını? Çürük müdür içi? Yoksa dalları mı zayıftır? Dayanacak gücü yoksa o halde niçin yük vermiştir Allah ona? Niçin onu bir ot, bir çimen yaprağı değil de meyveler yeşerten bir ağaç olarak yaratmıştır?
Bence, bu laneti kıracak tek bir basit çare var. Ve üzücü olan şu ki, bazı güneşler bu çarenin en başından beri farkındaydı. Fakat kibirlerine yenik düştüler.
Asıl sorun şu ki biz insanlar, gücü de ışığı da zapt etmeyi bilmiyoruz. Onun esiri olmaya çok çabuk razı geliyor, sahip olduğumuz gücün ciddiyetini fark edemiyoruz. Komiktir ki bizi aydınlatamayan ışık, yavaş yavaş kör etmeye başlıyor bizi. Dallarımızdaki meyveler ağırlaşıyor ve sahibini çürütüyor.
Fakat çare basit. Gizemsiz ve apaçık ortada.
Bir ağaçsan, kendi meyvelerini taşıman değil onları başkalarına dağıtman gerek. Bir güneşsen, ışığını kendine değil karanlıkta kalan küçük yıldızlara ve keşfedilmemiş uzak gezegenlere tutman gerek ki yollarını bulsunlar.
Çünkü sen yol kenarında göz kamaştıran bir tabela olmak için değil, yoldan geçenlere bir meşale tutmak için yaratıldın. Tanrı, seni sana ıstırap olsun diye yaratmadı. Seni süs olsun diye de yaratmadı.
Sana diğerlerinde olmayanı bahşetti ki kalk, yol göster. Paylaş kendini. Görün. Sana yalnızlığı armağan etti ki dostların en büyüğüyle, yaratıcının kendisiyle ahbap ol. Ona dök içini ve ona yan dertlerini.
Zaten biz insanoğullarını da hep, gücümüzü kendimizde saklama inadı bitirir. Onu, onu yaratanla bile paylaşmak; gücün birazını dahi iade etmek istemez, çileden çıkar, isyan ederiz.
Ancak dediğim gibi. Kısa ve öz.
Madem bir geri dönüş yok, madem bir gezegen olamıyoruz;
O halde çıkaralım yalnızlığın tadını. Korkmayalım ondan. Kıralım kibrimizi de, herkes bir güneş olsun.
Peki sen sevgili okur? Sen bir gezegen misin, yoksa bir güneş mi?
Ben cevabımı bilmiyorum. Ancak herhalde bir ay olarak doğmuşum ben.
Muhakkak ki karanlıktayım.
Fakat karanlık olan, ben değilim.
Okuduğum en iyi yazılardan biriydi düşündürücüydü ve kendimi sorgulamama neden oldu
YanıtlaSilBu blog neden taninmiyor? Bu kadar guzel olmasini hic beklemiyordum agzim acik kaldi
Silyaa inanamıyorum gerçekten çok ama çok teşekkür ederim ağlayacağımmm
Sil