Yerdeki Kargalar Önsözü: yani sıkıcı yazar notu

 


önsöz, yani sıkıcı yazar notu

18 Temmuz 2023



Bu hikâyeyi yazmaya başladığımda 15 yaşındaydım. Sene 2018'di.

Her şey biraz uzun sürecek ama pişman olmayacaksınız. Çünkü bunları bilmeden okumanızı istemiyorum.

Kısaca özetleyeceğim. Liseliydim, korku temasına deli gibi bir tutku besliyordum, Kore ve Kore'nin eğlence sektörü pek çok kişi gibi benim de ilgimi yeni yeni çekmeye başlamıştı. Ve ben de, bunların hepsini birleştireceğim bir fan fiction, hayran kurgu, yazmaya karar vermiştim.

Hikâye oldukça rahatsız edici, vahşi ve saçmaydı.

Her şey lisedeki en yakın arkadaşıyla aynı müzik grubunda olan ünlü bir şarkıcının; lisede karşılaştığı garip, ürpertici, gizemli Koreli bir kızın –ismi de Dabin'di- kayboluşuna dair gizlice duydukları vicdan azabı ve içinde bulundukları medyanın, aynı zamanda kaybolan kızın ruhani baskısıyla alakalıydı. (*aylar sonra gelen yazar notu: şu anda da kitapta Dabin isimli önemli bir karakter var, fakat sadece bu ismi heba etmemek ve ilk kayıp kızımız Dabin'e duygusal bir gönderme yapmak istedim.)

Hikâyenin ilk adı da Haru Haru'ydu. BTS'in, Best Of Me şarkısında böyle bir kısım vardı ve o melodi bana hep bir ağıt gibi gelmişti. Ben de bir çeşit ağıt dolu bir hikâye yazmak istedim. Zaten hikâye de grubun iki üyesiyle alakalıydı.

En başında her şey kafamda mükemmeldi.

Tam da 16 yaşında bir kızın kafasında kuracağı gibi belki de dünyanın en olağanüstü kitabını yazıyordum. Her şeyi kafamda yaşıyordum. Boş vakitlerimde keçeli kalemlerle deftere; kitabın, karakterlerin adını yazıp afişler tasarlıyordum.

Fakat sonra her şey durdu ve ben yazmaya üşendim, yazdıklarım da tutmadı, tutanlardan da ben tatmin olmamaya başladım. Hikâyeyi taslağa kaldırdım ve her gün okulda düşünmeye başladım. Beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Fakat hikâyemi kime, bildiğim tüm detaylarıyla anlatsam çok güzel tepkiler alıyordum. İnsanları meraklandırmayı bir şekilde başarmıştım fakat asla yazamıyor, ilerleme kaydedemiyordum.

Derken kafamın içinde yazdığım bu hikâye büyüdü ve koca bir film oldu. Ve ben ne zaman daralsam, gözlerimi kapattım ve bu acı filmi seyretmeye başladım.

Sorununsa ne olduğu o sırada fark ettim.

İlk sorun aslında her şeyin gayet iyiyken benim onu bir hayran kurgu olarak harcamamdan kaynaklanıyordu.

İkinci sorunsa kaybolan o kızdı. Yeterince iyi ve merak uyandırıcı değildi. Sadece onu bir korku figürü yapmıştım. İçini doldurup detaylandırmadığım bomboş bir korku figürü.

Fakat onunla alakalı her şey daha iyiye gitti ve buna sebep olacak iki olay yaşadım.

Kaybolan kızı rüyamda gördüm. Ben onu henüz kaleme bile dökememişken hissetmeye ve görmeye başlamıştım.

Sanki gerçekten böyle bir kız yaşamış ve bana ulaşmaya çalışıyormuş gibiydi. Saçma rüyalar görmemem, gördüğüm rüyaların da gerçekten uyarıcı rüyalar oluyor olması beni ikna etti ve onu daha derinden düşünmeye hatta iletişim kurmaya çalıştım.

Kulağa saçma geldiğinin farkındayım. Ama hislerimi dinlemekten hiçbir zaman çekinmedim ve rüyalarıma da her zaman inandım.

Diğer olaysa, annemle birlikte her gece uyku ve uyanıklık arasında izlediğimiz bir kayıp belgeseliydi. Orada kimsesiz, evlat edinilmiş bir kadının hiçbir sorun yokken ortadan kayboluşunu ve bulunamayışını anlatıyorlardı. Kadından geriye içi boş, ıssız bir arazide terk edilmiş arabasını buluyorlardı. Ve belgeselin sonunda kadın ölü ya da diri bulunamıyordu. Ailesi ise belgeselin sonunda, kızlarının sık sık rüyalarına girdiğini hatta arkadaşlarının bile rüyasına girdiğini ve tek bir şey söylediğini anlatıyordu. 

Beni bulun, aramaktan vazgeçmeyin

Sonra uyuyakaldım. Ve izlediğim şey beni çok etkiledi ama o sırada bu hikâye ortalıkta yoktu. Bir gün o kızı kurgulamaya, karakterini zenginleştirmeye çalışırken aklıma izlemiş olduğum bu belgesel geldi ve çok uzun uğraşlar sonucu belgeselin o bölümünü buldum. Bana ilham vermesi için pür dikkat dinledim. Fakat belgeselin sonunda, beni bulun, dediği kısmı asla bulamadım. Asla bulamadım. Belki başka bir bölümdür diye tüm bölümleri izledim ama yine bulamadım. Belki de vardı fakat ben bulamadım. Bulduğum vakaya ait olduğundan da çok emindim. Çünkü bölümü ilk izlememden bu yana çok da uzun zaman geçmemişti. Anılarım tazeydi. Fakat fikir hoşuma gitti ve ben de bunu yine de hikâyemde kullanmaya karar verdim.

Onu hem rüyamda görmek hem de onunla alakalı bana ilham veren şeylere ulaşamamak, hatta belki de ulaşmamı engellemesi, bana ürkütücü bir zevk veriyordu. 

Çok hırçın bir kızdı. Beni huzurlu değil, rahatsız hissettiriyordu. Havalı, soğukkanlı gibi romantize edebileceğim hiçbir özelliği yoktu. Rüyamda onu hissettiğim an uyanmak istiyordum. Her şey bir kâbus gibi hissettiriyordu. Hatta bir süre bir şeylerin bana musallat olduğunu bile düşünmeye başladım. Yüzüne bile bakamıyor, sadece onun kim olduğunu ayırt edebileceğim kısa kısa görüntüler görüyordum. Kulaklarım uğulduyordu, rahatsız hissediyordum. Hatta ondan ürküyordum.

Onunla alakalı hissettiğim şeyler gün geçtikçe arttı ve ben kafamda onun taslağını daha iyi çizmeye başladım.

Öncelikle hikâyeyi Türkiye'ye uyarlamakla başladım. Lisede yazdığım versiyonun başrolü iki Koreli erkeğe ve bu kıza aitti. Ama Kore'nin o mistik, kasvetli havasını kitaptan sıyırmak çok zordu ve buna izin veremedim. Bu yüzden başrolü, yani Mete karakterini, annesi Koreli babası Türk olacak şekilde melez biri yaptım.

Hangi şehri bilip, tanıyorsam onu orada yaşattım. İş Kore'ye geldiğindeyse çok kurcalamadım ve gerçekte olup olmadığını sorgulamadan, kafamın içinde var olan kurgusal bir şehre yerleştirdim.

Her şey aynıydı ama tüm olup bitenleri daha çok yaşanması mümkün bir hale getirmeye çalıştım. Ve hikâyeyi korkutucu ya da paranormal yapmak yerine olabildiğince gerçek yaptım.

(*aylar sonra gelen yazar notu: fikrimi değiştirdim zuhaha.)

Çünkü insanlar yeterince korkunçlar ve herkes eşit derecede şanslı değil.

Sonra ise kaybolan kızı, tıpkı rüyalarımda hissettiğim gibi tasarladım. Koreli değildi, hatta o da Türk'tü. Sebebini ileride öğreneceğiniz sebeplerden ötürü oradaydı. Hırçındı, rahatsız ediciydi, sessizdi, hem apaçık hem de gizem doluydu. Hiçbirine benzemiyordu. Soluk, sarı saçları vardı. Çok güzel biri değildi. Fakat ona baktığınızda kapılıyor, ikinci kez bakmanıza sebep oluyordu. Onunla alakalı gördüğüm en belirgin şeyler bunlardı.

Bir gün defterimde, ders arası boş kâğıtlara tahta kalemimle yazdığım Haru Haru yazılarına bakarken kâğıdı ters tuttum ve gördüğüm kelime hikâyemdeki en büyük eksiği tamamladı.

Ve ben de kalemin arkaya geçirdiği ters yazıyı, onun adı yapmaya karar verdim. Çünkü hem bu kadar zarif görünen hem de bu kadar kaba telaffuz edilen daha hoş, rahatsız edici bir kelime bulamazdım.

Urah.

Urah... Bu, sen ve senin gibi hikâyesi bilinmeyen tüm cesur kadınlar hatta tüm insanlar için. 

Değerli hayatına dair hiçbir fotoğraf, kayıt olmayan ve sevenlerinin zihninde yaşayan herkes için.

Bulunan veya bulunamayan, aranan ya da hiç aranmayan ama en çok da arama cesaretini gösteren tüm herkes için.

Rüyamda beni rahatsız etmeseydin bunların hiçbiri olmayacaktı.

Her nereye kaybolduysan iyi ki varsın. Ama benim yanımdasın, bunu çok iyi biliyorum.

Tam olarak şu anda, hikâyeni, artık bir şeylerin bitmesi ve sesini duyurman için başlatıyorum.

Ne demiş, Donald Woods Winnicott:

"Gizlenmek zevklidir, bulunamamak felaket."

İyi okumalar.

Umarım Urah onu bulmanıza izin verir.


Azize Rahel Katipoğlu


*Karakterimin isminin bana ve bu kitaba mahsus kalması beni çok mutlu eder,



Ve küçük bir uyarı. 

İnsanların okumayı tercih ettiği şeylere asla karışamam, herkesin psikolojisi bir diğerinden daha güçlü ya da aksine zayıf olabiliyor. Bu yüzden hikâyeye fark ettiyseniz +18 sınırı koydum. Fakat bundaki amacım hikâyede çok iyi bir psikolojik gerilim yarattığımı (!) iddia etmek, çok çok kötü şeyler olacağı gibi aptalca bir spoiler vermek ya da sizi beklentiye sokmak asla demek istediğim şey değil.

Hepimiz pek çok zor şey yaşıyoruz ve herkesin ne gibi unsurlardan tetikleneceğini bilemem. Bu konuda da hassas ama uyardığım müddetçe de özgür bir tutum takınmak istiyorum.

Son olarak bu kitap tam olarak bir aşk ile ilgili değil. Bu hikaye önyargılarımıza, geçmişimize, korkunç yanlarımıza, zaaflarımıza, günahlarımıza ve pişmanlıklarımıza dair atılan bir tokat; bazen ne kadar acımasız olabileceğimize dair bir fısıltıdır. 

Tabii hala içinde sevgi olan insanlar için de koca bir hoşlantı.


Yorumlar

Popüler Yayınlar