uzaktaki çocuklarıma,

 



"beldesi olmayan mektuplar"

uzaktaki çocuklarıma,

 

 

Size nasıl seslenmem gerektiğini dahi bilmiyorum. Ama bilin ki şu anki yaşamımda size ulaşamayacağımı düşündüğüm çok farklı bir boyutta yaşıyorum, yani kafamın içinde. Haliyle size yakın olabilmemin imkânı yok, çünkü ben de tam olarak bu dünyada sayılmam.

Çok uzun bir zamandır kalbimde, ruhumda ve yaşamımda büyük bir boşluk hissediyorum. Ne de komik bir cümle. İnsan hiç boşluk hisseder mi, demeyin. Sahiden hissediyor.

Doğruyu söylemek gerekirse bu his beni terletiyor da. Her günüm endişeyle, kaygıyla geçiyor. Gülüyorum, ama gerçekten bir şeyi komik bulduğum için değil. Mutlu olduğum için de değil. Ayak uydurmaya çalışıyorum. Çalışıyorum ki bu boşluk dolsun da başka bir şey hissedeyim.

Ama anladım ki olmuyor.

Yazdığım hikâyelerde sürekli insan olma kavramıyla mücadele eden karakterler yazıyorum. İnsanlar bunu melankoliyi sevdiğim ya da bu tarz kasvetli şeyleri yazmayı tercih ettiğim için yazdığımı düşünüyor olabilirler, ancak ben sahiden kendi benliğimi keşfettiğimden beri insan olmak konusunda çok zorlanıyorum. Sanıyorum ki bu benim en büyük imtihanım.

Günün birinde bir şeyler başarır mıyım ve başarırsam da bu yazdıklarım başımı ağrıtır mı bilmiyorum. Fakat ben kendimi bir kalıba sığdıramıyorum. Bu yüzden bu mektupta bana anne dememeniz gerekiyor, çünkü bir anne ya da doğurabilen bir kadın gibi hissedemiyorum. Bir askılıktan, bir vazodan ya da bir tablodan farkım yoktur eminim. Dümdüz bir ruh ve dümdüz bir insanım ben. Ve size anlatacağım hiçbir şey yok. Size ithaf edeceğim, geçmişten gelen tatlı, ince düşünceli mektuplar da yok.

Siz hiç doğmadınız, ben ise hiç doğmamalıydım.

O halde neden içini döktüğün bir yazıda gelecekteki çocuklarıma diye bir başlık attın, neden bizi derin uykumuzdan uyandırdın, diye soracaksınız tahmin edebiliyorum. Haklısınız da. Cevabını da söyleyeyim.

Ölümü hiç düşlemediğim kadar düşündüğüm bu zamanlarda, rüyamda sürekli sizi ve babanızı görüyorum. Eğer gaipten hakkımdaki tüm bilgilere ulaştıysanız bilirsiniz, rüyalarım saçma bile olsa çıkar. Ve sırf bu sebepten ardı arkası kesilmeyen bu rüyaları istemeden de olsa –sahiden istemeden, ciddiye aldım. Sanki rüyamda gördüğüm bu çocukların, bazen de hala karnımı tekmeleyen bebeklerimin belki bir ihtimal bana durmam, dünyada kalmam için bir işaret gösterdiğini düşündüm.

Bilinçaltımda yatan gizli bir arzu ya da korku değil mutlu bir yuvaya sahip olmak. Açıkçası neredeyse hiç düşlemeye vakit ayırmadığım bir şey. Mesela arkadaşlarım bir erkek arkadaşım olup olmadığını sorduğunda, bir erkek arkadaşım olmadığını ve evliliğe giden bir yolda yürümediğimi bu soruyu işittiğim an idrak ediyorum. Demiştim, ben sizin var olabileceğiniz o dünyada yaşamıyorum. Kafamın içerisindeyim. Kayboldum. Çünkü derdim daha basit ve derin, ben direkt insan olmayı çözebilmiş değilim. Bir kadın olarak kendi evimdeki sıfatlarımı kabul edebilmem sanırım zamanımı alacak, oralara sonra geliriz.

Bu hayal benim için uzak. Benim gibi –annesinin tabiriyle, ketum, uyumsuz, inatçı, agresif, dik kafalı biri için bir aile kurmak imkansız bir ihtimal. Mesela akrabalarıma ve aileme sorsanız, ben kocasının iki günde bıkacağı zor bir kızım.

Ama gördüğüm bu rüyalar daha önce hiç hissetmediğim kadar garip hissettirdi beni. Komik geliyor bunları ciddiye almam. Çünkü ben bu kadar yokluğu arzularken, siz var olmak istediğinizi söylediniz bana. Devam edecek yolum olduğunu söylediniz.

Ve benim aklımı daha da karıştırdınız çocuklar.

Ben ne olduğumu bile bilmiyorum. Size bu yaşamda nasıl bir yer açabilirim?

Kimim, neyim, bugüne dek ne yaptım ve bundan sonra ne yapacağım bilmiyorum. Ya çok fazla cevap biliyorum, ya da hiçbir bok bildiğim yok bu yüzden de kafam karışıyor. Öyle bir çıkmazdayım, öyle bir boşluktayım ki bana ne olduğumu yalnızca başkalarının hakkımda söyledikleri hatırlatıyor. Sanki sokakta çırılçıplak kalmışım, ve hakkımda söylenen sözcükler havada uçuşan kıyafetlere dönüşmüş gibi rastgele birini seçip üzerime giyiyorum. Ve sırf üzerime giydim diye de, onları bana ait sanıyorum.

Zorum. İnatçıyım. Agresifim. Yüksek sesle tartışıyorum. Bencilim. Çok tembel ve düşünceliyim. Kardeşim gibi değilim. Ailem yaşlansa onlara kardeşim bakar ama güya ben onları terk edip giderim. Temizliğe erinirim. Yemek yapamaya erinirim. Beceriksizim. Hanım hanımcık değilim… Yani hep bunları duyuyorum ailemden.

İşte bu yüzden sizinle konuşmaya ihtiyacım var çocuklar. Çünkü ben bu değilim.

Yemin ederim ki ne olduğumu bilmiyorum. Ama bilin ki ben bunlardan ibaret değilim. İstemiyorum ben bunu.

Şu anda sizden çok uzaktayım. Bir gün doğacaksanız bile henüz çok geçmişteyim ve size ulaşmak için aşmam gerekenler beni bekliyor. Ya da sahiden havaya, hiç var olmayacak ruhlara sesleniyorum.

Ben çaresizim çocuklar. Ben bu sıfatların iyisini de, kötüsünü de istemiyorum. Hiçbirini istemiyorum. Fakat bana gençlik diye bir şeyin sözünü ediyorlar. Öyle ki, 20 yaşına gelene dek farkına varmıyorsun onun. Sınavlarla, ödevlerle, yine kim olduğunu ve neyi istediğini aradığın bir mücadeleyle geçiyor ergenliğin. Sonra bir bakmışsın birdenbire 20 yaşına giriyorsun. Ve bir kum saatini acelesi varmış gibi ters çeviriyorlar.

10 sene.

Başarılı olman, kendi paranı kazanman, kariyer yapman, âşık olacağın doğru kişiyi bulman, gençliğin getirdiği tüm deli dolu tecrübeleri tatman ama aynı zamanda da aklını fikrini kaybetmeden olgunlaşman, evlenmen ve çok geç olmadan çocuklarını kucağına alman için sana yalnızca 10 sene veriyorlar.

30 yaşına geldin mi de sanki asırları devirmişsin gibi bakıyorlar suratına. 30 yaşından sonra ise, başarabileceklerin sınırlı. Artık olgunlaşmış olman gerek. Büyümüş, bir şeyler biriktirmiş, kendini geliştirmiş, erişkin biri olmalısın. Bu yaşlar içerisinde ilk kez evlendiysen ya da hiç evlenemediysen, eyvah. Erkeksen sıkıntı değil, ancak kadınsan evlendiğinde bile evde kalmış derler. Mesela bu yaşlarda bir çocuk doğurmaya kimse sıcak bakmaz, çünkü –en basitinden, çocuğun 10 yaşına geldiğinde sen 40 olacaksın. Sonrası ise korkunç. 40, 50, 60… Böyle gidiyor yaşlar. Hiçbirinde bir genç gibi yaşamana müsaade edilmiyor. Ne yaptıysan ya da ne yapacaksan o 10 sene içerisinde çoktan halletmiş olman gerekiyor.

Artık sen diye bir kelime yok. Ben diye de bir kelime yok.

Anne var. Teyze ya da hala var. Abla var. Sonra… Anneanne, babaanne. Artık yaşlı bir kadınsın sen. 

Korkunç.

Fakat neden korkunç? Neden yaş almaktan korkuyoruz? Ben, yani sözde anneniz, 22 yaşımın ilk aylarındayken bile niçin beni terleten bir korkuyla cebelleşiyorum?

Şimdi öl deseler ölebilecekken, neden bana yaşamam söylendiği halde yaşayamıyorum?

Neden yaşamaktan bu kadar korkuyorum?

Büyümekten ve büyüyememekten, yuvamdan ayrılmaktan ya da sonsuza dek yuvamda mahsur kalmaktan, acı ve tatlı tüm hisleri tecrübe etmekten, başarılı ve başarısız olmaktan, âşık olmaktan ya da reddedilmekten, evlenmekten ya da evde kalmaktan, anne olmaktan ya da hiçbir zaman anne olamamaktan. Kâinatta bir insanın başına gelebilecek tüm ihtimallerin aksinden ve düzünden neden bu kadar korkuyorum ben?

Dışarıya adım atacağım da yaşama karışıp bir insan olacağım diye ödüm kopuyor. Hemen yorganımın altına saklanıyorum. Ölüm gelse de alsın beni gidelim istiyorum. Sonra da uyanamamaktan korkuyorum. Pencereden çirkin dünyaya bakıp iç çekiyorum.

Sevgili çocuklarım. Anneniz henüz 22 yaşında. Ve ben, korktuğum her bir şeyi arzuluyorum.

Çok düşünüyorum. Neden böyleyim, diye. Akranlarım çoktan evlenirken, mezun olup iş sahibi olurken ben neden hala ilk dersteyim? Neden hala insan olmak ve kendimi tanımak konusunda bu kadar beceriksizim? Neden bu dersi çok düşünmeme rağmen geçemiyorum? Diğer arkadaşlarım için çok mu kolay bir insan olmak? Var olmak. Bu kadar çabuk mu kabullenmişler bu gerçeği. Bu ders bu kadar kolaydı da ben uyuyakaldım diye mi geçemiyorum? Ben neden hala var olmaktan bu kadar çok korkuyorum?

Belki siz bilirsiniz cevabını. Çünkü siz yoksunuz.

Belki henüz, belki sonsuza dek.

Lütfen bana anlatın. Yok olmak, ya da var olan olmamak ne demek? Bana bir şeyler deyin ki ben ayağa kalkacak ve tüm engellere rağmen savaşacak gücü bulayım kendimde. Bana orayı anlatın ki, ben var olmak isteyim. Düşeyim, kalkayım, yaşlanayım ama korkmayayım. Oh be hayat varmış, diyeyim.

Bana söyleyin. Anlatın.

Hep anneler mi gösterir yolu?

Hep anneler mi yaraları sarar?

Hep anneler mi ninni söyler?

Hep anneler mi başımızı okşar?

Hep anneler mi öğretir hayatı?

Hastalandığımızda başımızda bekleyen hep anneler midir?

Keşke size sahip olmak istediğimde sahip olup, sizi istemediğimde de güvenle söküp atabilsem.

Keşke sizi sadece içimde taşıyabilmenin, ama her daim de sizinle konuşabilmemin bir yolu olsa.

Keşke dilediğimde bir anne, dilediğimde de birinin çocuğu olabilsem.

Keşke dilediğim vakit kendimi dostça öldürüp, dilediğim vakit kendimi yeniden doğurabilsem.


Anlatın bana. Yol gösterin.


Benim dünyama mı geleceksiniz,

yoksa ben mi sizinkine gideceğim?

 

9 Kasım 2024, 00:00



Yorumlar

  1. Ruhuma dokundu yazdıkların, sen çok yaşa lütfen💗

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar